İki buçuk yıldan biraz fazla süren 12 Mart döneminin ilk yılında benim başında bulunduğum hükümetler yönetim sorumluluğunu taşıdı. Bu ilk bir yıllık sürede gerçekten olağanüstü koşullar vardı. O koşullara uygun tedbirler alınmak gerekiyordu. Sıkıyönetim ilanı, anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi, reform kanunlarının hazırlanıp parlamentoya sunulması gibi... Eleştiriler ve yakınmalar, daha çok biz görevden ayrıldıktan sonra 1973 yılında ortaya döküldü. Öyle şeyler söylendi ve yazıldı ki insanın tüyleri ürperir. Bunlara cevap vermek, gerçeği söylemek sıkıyönetim makamlarına düşerdi. Hâlâ da onlara düşer. Örneğin, ölüm tehlikesi karşısında olan bir hasta tutuklunun tedavisine izin vermemek, bu yüzden ölümüne neden olmak suçlaması yapıldı, gazetelerde günlerce yazıldı öyküsü uzun uzun anlatıldı. Sıkıyönetim savcıları, doktorları adlarıyla teşhir edildi. Hiçbirisinden cevap çıkmadı. Bağlı oldukları üst makamlardan da bir ses yükselmedi. İşin bir de eğlenceli yanı var: 12 Marta çatanlar, o dönemi kötüleyenler, yeri geliyor o dönemde alınan tedbirlere sığınıyorlar, onları övüyorlar. Beğenmedikleri bir anayasa değişikliğine dayanarak yetkiler kullanıyorlar, kararnameler çıkarıyorlar. Beğenmediklerini söyledikleri bir yasayı, kendileri hükümet içinde ve başındayken, değiştirmeye girişmeyenler, muhalefete geçince, o yasa aleyhine yeri göğü inleten bir savaş veriyorlar. Kimi zaman da roller değişiyor. Dün söven bugün övüyor. Bugün beğenen ertesi gün kötülüyor. Fakat, kısa bir süre sonra, askerlerin kendi içlerinde birtakım sürtüşmeler, görüş ayrılıkları baş gösterecekti ve subaylar arasındaki sürtüşmeler, fikir ayrılıkları ne yazık ki, dünyanın her yerinde olduğu gibi, bizde de mutlak aralarında bir silahlı çatışmaya işi götürecekti. Askerler arasındaki bu silahlı çatışmanın sonu nereye varır, onu düşünmek lazımdı. Org. Tağmaç bir seferinde, Çankayada, Ekim 1971 bunalımı esnasında Sunay nezdinde yaptığımız toplantıda, Demirele ve biraz da sert bir şekilde Ben size ordu elden gidiyor dedim, aldırmadınız. İşte gitti ordu elden. Şimdi toparlamaya çalışıyoruz, yine de yardımcı olmuyorsunuz demişti. Düşünülürse ki Muhsin Baturun birinci muhtırası Ocak 1970te verilmiştir. Demek ki 12 Mart 1971 Muhtırasını vermeden 14-15 ay önce, Muhsin Batur yazılı olarak Milli Güvenlik Kurulunun dikkatini memleketi tehdit eden tehlikeler üzerine çekmiş bulunuyordu.