İstanbulda iki senem dolunca, Ahmed efendiye, vatanıma dönmek istediğimi söyledim. (Gitme, niçin gidiyorsun? İstanbulda ne ararsan var. Allahü Teala, bu şehre, din ve dünyayı birlikte vermiştir. Annenin ve babanın vefat ettiğini kardeşlerinin olmadığını söylemiştirn. Öyleyse, İstanbula yerleş) dedi. Ahmed efendi bana çok alışmıştı. Onun için, benden ayrılmak istemiyor ve İstanbula yerleşmem hususunda çok ısrar ediyordu. Fakat, vatani vazifem beni, Londraya dönüp, nezarete, hilafet merkezi ile alakalı geniş bir rapor sunup, yeni emirler almak için zorluyordu.
İstanbulda bulunduğum müddetçe, her ay Müstemlekeler nezaretinde müşahede ettiğim hadislerle alakalı bir rapor gönderdim. Bir kere raporumda, yanında çalıştığım adam, bana livata etmek isterse, ne yapayım dedim. Cevapta bana (Bu iş hedefe ulaşmayı kolaylaştırıyorsa, yapabilirsin) denildi. Bu cevabı okuyunca, çok kızdım. Sanki dünya başıma yıkılmıştı. Evet, bu habis filin İngilterede yaygın olduğunu evvelden biliyordum. Fakat, büyüklerimin emredecekleri hatırıma gelmezdi. Ne yapayım ki, bardağı son damlasına kadar içmekten başka çarem yoktu. Onun için sustum ve vazifeme devam ettim.